-Nan Chan- Bölüm 11: "Luocha 2"
Hayalet Gardiyan'ın yürüyüşü, ağır zinciri pencerenin ötesine sürüklerken aceleciydi. Belki bir şeyden şüphelenmemişti, belki ilgilenecek bir şeyi vardı ve işleri karmaşık hale getirmek istemiyordu.
Gittiklerinde Jing Lin elini çekti.
Jing Lin parmaklarıyla kıyafetlerinin önünü silkti ve giysisi aşağı kayarak omzunu açığa çıkardı. Dalgın dalgın bel kuşağını sıkılaştırdı, derin düşüncelere dalmış görünüyordu.
Cang Ji onu yakından takip ederken sordu, "Az önceki de neydi?"
"Bir kuş." Jing Lin, üstünü başını düzelttikten sonra bir adım atmak üzereydi ki biri önünü kesti.
Cang Ji kapıya yaslanmış Jing Lin'in yolunu kapatıyordu. İnatla ısrar etti, "Neden Ölüler Alemi'nin Hayalet Gardiyanları bir kuşu kovalıyordu? Her yanı leş gibi kokuyor ve bir iblis değil de kötücül ruh gibi duruyor."
"O bir Luocha Kuşu.* Cesetlerin enerjilerinin birikiminden oluşmuştur ve şekil değiştirmekte üstüne yoktur. O..." Jing Lin duraksadı, ardından ciddiyetle devam etti, "Balık yemeye bayılır."
*Luocha ya da Sanskrit dilinde Rakshasa, Budizm'de insan yiyen bir iblistir. Bu arcta Luocha, beyaz gagası ve pençeleriyle gri bir turnaya benzeyen kötü kuşumsu bir yaratık ve insan gözü yemekten hoşlanıyor.
Cang Ji hemencecik kollarını bağdaştırdı ve öne doğru eğildi. "Balık yemeyi mi sever? O zaman neden beni bulmaya buraya gelmedi?"
"Başka yerdeki balık daha şişmanmış," Jing Lin istifini bozmadı.
Cang Ji, şüpheli gözlerle Jing Lin'i tarttı. Tuhaf bir şeyler seziyordu ama Jing Lin'in ciddiyetine alışıktı ve daha önce kimseye yalan söylediğini görmemişti. O yüzden yine sordu, "Neden Ölüler Alemi'nin Hayalet Gardiyanları, balık yiyen bir kuşu kovalıyordu?"
"Belki kovalamıyorlardır," dedi Jing Lin, "Bir ruhu gözaltına alıyorlardır."
Ölüler Diyarı'na giden bir kişi, Li Jin kıyılarından kayıkla geçirilmek zorundaydı. Ruhlara eşlik eden Hayalet Gardiyanların, Cehennem Kralı'nın Salonu'na ulaşmadan önce nehri geçmesi gerekiyordu. Zhongdu'da sayısız hayalet ve ölülerin ruhları vardı, yani bu girişmesi kolay bir iş değildi. Sırf biraz geç kaldılar diye alıkonulması gereken bir ruhu gözden kaçırmak çok yaygındı. Bu sebeple, İnsanların Hayat Beklentisi Kayıtları'nda, birinin yaşamı sona erdiği anda, Hayalet Gardiyan, o kişi son nefesini verene kadar yakınlarda beklerdi. Ardından, o ruhu götürmeden önce zincire vururlardı.
Fakat İnsanların Hayat Beklentisi Kayıtları, yalnızca doğal sebeplerden ölen kişilerin kimliğini belirleyebilirdi. Adaletsiz veya aniden ölen kişilere gelince, onlar, görevdeki çeşitli ilahların ilgili birimlere bildirmesine, bu birimlerin de Cehennem Kralı'nın Salonu'na bunları teslim etmesine bel bağlamak zorundalardı. Ancak o zaman Hayalet Gardiyanlar yollanırdı. Bütün bu süreç boyunca bir anlık bile bir gecikme olsa, yakalanması planlanmış ruh kaybedilirdi. Zhongdu'nun geniş arazilerinde bir ruhu avlayıp geri getirmek samanlıkta iğne aramaktan daha zor bir şeydi. Dahası bu Ruh Gözaltı Sicili, Hayalet Gardiyanların rütbesini yükseltmesi ile sık sık ilişkiliydi. Hal böyle olunca, bir insanın yaşamı sona erdiği anda, Hayalet Gardiyanlar, iki bacaklarını dörde ayırarak aceleyle varmayı arzulardı.
Ama bu gece biraz farklıydı; Luocha Kuşu diğerlerinden öndeydi. Şüphesiz, kasabada derin garezi olan biri ölmüştü. Bu mesela öyle olağandışıydı ki, arkasında muhtemelen bakır çan vardı.
Cang Ji'nin eli, Jing Lin'in kol yeninden baş parmağına yolunu buldu ve kavrarken dışarı baktı. Küçük taş heykelden bile daha küçük hale gelene kadar ufalıp Jing Lin'in kol yeninde saklandı. Jing Lin Luocha Kuşu balık yemeye bayılır dediğinden ve şu an kendisine bulaşacak bir kuşu yutacak kadar güçlü olmadığındandı hepsi.
Geceye sessizlik hakimdi. Rüzgar durmuş, kar düşmeye başlamıştı.
Lacivert giyinmiş Jing Lin, yumuşak karın ince tabakasına sessizce adım attı, bir fener taşırken yalnız bir figür oluşturuyordu. Yürürken ardında iz bırakmıyordu ve uzun bir süre caddeyi aradı.
"Gitgide daha da bir ölümlü gibi oluyorsun." Cang Ji bir anlığına yukarı baktı ve "Eskiden bir ölümlü müydün?" diye sordu.
Jing Lin cevap vermedi, bunun yerine "Az sonra kol yenimde saklan. Yüzünü gösterme," dedi.
"Hep bana yanıt vermekten kaçınmanın bir sebebi olmalı." Cang Ji, Jing Ling'in kol yenini tembelce üzerine sardı, sadece başı gözüküyordu. "Kıymetlini benden, bir gün onu yutup dünyevi arzular hakkında bilgi sahibi olurum diye mi saklıyorsun?"
"Kendinle çelişiyorsun," dedi Jing Lin.
Cang Ji, boynunu ısırmadan önce söylediği sözlerden bahsettiğini biliyordu. Dilinin ucunı dişinin arkasına bastırmadan edemedi. "Sinirle söylenen sözlere inanılmaz. Daha önce kimse sana bunu demedi mi?"
Jing Lin cevap vermeden ona baktı. Cang Ji adaletin onun tarafında olmadığını biliyordu, ama hatalı olduğunu sanmıyordu. Sadece Jing Lin'in ölümlü mü, tanrı mı yoksa hayalet mi olduğu sorusuna kafa yoruyordu fakat Jing Lin, bu meseledeki sessizliğini her daim sürdürüyordu. Bu onu öylesine tedirgin etmişti ki işin aslını mutlaka öğrenmeliydi.
O bunları düşünürken Jing Lin'in adımları durdu. Cang Ji etrafa bakamadan Jing Lin onu kol yeninin içine nazikçe ittirdi. Cang Ji, kol yeninde yuvarlandı, sonra da bir kip-up* yapıp bağdaş kurarak oturdu ve dışarıdaki hareketliliği dinlemek için boynunu uzattı.
*kip-up zeminde yatılan yerden doğrudan ayağa atlama hareketi.
Jing Lin'in feneri kapalı bir kapının önünde dururken aniden söndü. Kapının saçakları otla doluydu ve ahşap kalaslar eskiydi. Toprak basamaklardaki kar, uzun bir süredir buz tutmuşa benziyordu ama kimse temizlememişti.
Gecenin karanlığı altında, kanın metalik kokusu havaya işlemişti, pis kokusu boğazı tıkıyor ve kafa derisini gıdıklıyordu. Cang Ji, yemeğinin ortasında olan bir iblisin sesini duydu, kemiklerin katır kutur parçalanıp yenme sesleri yankılanıyordu.
"Daha gündüz bu yerin avlanmaya uygun olmadığından bahsetmiştim." Cang Ji ellerini başının arkasına yerleştirirken güldü. "Ama beslenmek için aslında iyi bir yermiş, baksana."
Konuştuğu anda çiğneme sesleri durdu.
Jing Lin'in ayak ucunun dokunuşuyla kapı gıcırdayarak açıldı. Hayalet Gardiyanlar çoktan gitmişti. Yerde pıhtılaşmış bir kan gölü vardı, izi, alçak, dar kapıdan ileriye uzuyordu. Jing Lin eşikten geçti. Bu avlu dardı ve sadece iki binası vardı: uyumak için bir oda ve odunluk. Kapıda asılı bir perde yoktu ve pencerenin biri fena hasar almıştı. Kan, penceredeki delikten eşiğe sıçramıştı. Az önce, ona yapışmış bir surat varken, şu anda pencerenin kağıdı kana boyanmıştı.
Avluda hiç ceset yoktu. Birisi evden, odunluğun önüne sürüklenmiş gibi duruyordu, ki bu kişinin hala yaşadığı anlaşılınca kapı sürgüsü ile tanınmaz hale gelene kadar vurulmuştu. Ardından da aynı şekilde geri sürüklenmişlerdi. Karda hala mücadelenin izleri hakimdi fakat kardaki ayak izleri bir çocuğa aitti.
Jing Lin kıpırdamadan durup etrafa bakındı. Cang Ji birden konuştu, "Bir insan kokusu aldım. Bakır çanı çalan kişi bu."
Ama bu yer çoktan terk edilmişti. Bir haydutun burada işi neydi? Bir iblis tarafından kovalandığını gayet iyi biliyordu, yani kasabaya kaçıp saklanması gerekirdi.
Jing Lin tekrar iç binaya girdi. Karanlık onu yuttu. Feneri parlamaya başlarken içindeki alev hayat buldu. Fakat aydınlandığı anda, hırpalanmış ve kötü niyetli bir surat, Jing Lin ile yüz yüze geldi ve onu kin dolu bir bakışla seyretti.
Jing Lin hemen geri çıktı, korkudan değildi, tiksintidendi. Bu adamın ağzı zar zor kapanıyordu, ağzına attığı et ve kan boğazında takılmış gibiydi ve gayretle öğürmesine neden oluyordu.
"Benim..." Ellerini kendi ağzına tıkıştırdı ve Jing Lin'e doğru sendeledi. "Be... Benim..."
Cang Ji'nin burnu seğirdi. "Öf iğrenç kokuyor. Bu o. Bu o kuş."
Luocha Kuşu öne eğildi, salyaları ve et parçacıkları ağzından akarken yutkundu. Jing Lin'e doğru uzandı.
Cang Ji derhal sertçe konuştu, "Sana dokunmasına izin verme yoksa derisini yüzerim!"
Jing Lin, Cang Ji'yi susturmak için kol yenini savurdu, ama artık çok geçti. Luocha Kuşu sesi duymuştu ve aklına kötü bir fikir düşmüştü. Jing Lin'in koluna atılıp Cang Ji'yi yakalamaya çalışırken boğazından kıkırtılar kaçıyordu. Cang Ji, kol yeninin içinde yıldızları görene kadar oradan oraya atıldı. Jing Lin'in parmağını sıkıca kavradı ve hiç düşünmeden ısırdı.
Cang Ji'nin uzun ince vücudu anında ortaya çıktı, Hai Jiao Zong Yin'in insan şekline büründüğü günkü görünümünü taklit ettiğinden tek eli pulla kaplıydı. Luocha Kuşu'nun başının arkasına bastırarak onu aşağı çarptı ve suratını yere yapıştırdı.
"Kim olduğun umurumda değil," dedi Cang Ji tehditkar bir havayla, "Ama yemeğimi çalmaya kalkmak da ne demek?"
Cang Ji sözünü tamamlayamadan, Jing Lin onu yakasından tutup çekti ve geriye doğru eğilmesine sebep oldu. Yukarıdan burun üstü atlamış bir başka gövde, kıl payıyla yanından geçti.
Jing Lin'in keskin işitme duyusu bakır çanın sesini yakaladı. Ayağını kaldırarak tekme attı ve dar odanın içinde bir anda çıkan güçlü rüzgar Luocha Kuşu'nu geri savurdu. Dövüşe hazır olan Cang Ji'yi tek eliyle kaldırırken diğeriyle bir büyü yaptı. Yeşil bir ışık parladı ve bir tılsımın hologramı önlerinde büyüyerek onlara kalkan oldu. Fakat Jing Lin, Cang Ji tarafından bir gecede iki kez ısırılmıştı. Büyüyü sürdürecek ruhani enerjiyi nereden bulsun? Hemen sonrasında, tılsımın yeşil ışığı, Luocha Kuşu'nun çığlıkları altında titredi ve parçalara ayrıldı.
Ağzını kapattığı ve boğazı kendi kanıyla tıkandığı esnada Jing Lin'in göğsü ağrıdı.
İki Luocha Kuşu birleşti ve aynı anda saldırdılar, Jing Lin'in gözlerini hedef alıyorlardı. Cang Ji kollarıyla onlara engel oldu. Kollarında hızla pullar çıkmasına rağmen Luocha Kuşu, pençesiyle kolunu kanatabilmişti.
"Daha bir dakika geçti geçmedi." dedi Cang Ji, "Bu nasıl bu kadar güçlendi?!"
İkisi de geri çekilirken Jing Lin'in nefesi düzensizdi. Rüzgar çağırmak için kolunu savurdu ve kar taneleri yığın yığın indi. Luocha Kuşu sonunda gerçek görünümünü gösteriyordu, iki ayrı cesedi taklit etmeyi bırakıp yüzü deforme olmuş bir ihtiyara dönüştü. Kar taneleri onun etrafında fırıl fırıl, kesici bıçaklar gibi döndü. Luocha Kuşu cıyakladı, fakat herhangi bir yarası yoktu.
"Bakır çanı yemiş."
Jing Lin konuşmasını bitiremeden, Luocha Kuşu'nın sırtı yarıldı ve gri kanatlar meydana çıktı. Luocha Kuşu onlara atılmak için rüzgarı yararak kardan geçti.
Cang Ji'nin kültivasyonu daha yeni oluşmuştu ve ruhani enerji havuzu hala dengesizdi. Asıl şeklini, sırf Jing Lin'in ruhani enerjisine olan doyumsuz açlığından oluşturabilmişti. Hayatını ortaya koyup dövüşse bile Luocha Kuşu'nu yeneceğinin bir garantisi yoktu. Tabii Jing Lin'den birkaç ısırık daha alıp onu midesine indirmezse...
Yaraları yüzünden Jing Lin'in ruhani enerji havuzunun boşaldığını söylemeye gerek bile yoktu. Hayatı pamuk ipliğine bağlıydı. Bahçedeyken, hala idare edebiliyordu çünkü ona göz kulak olup ruhlarını bir arada tutan bakır çan vardı. Bakır çan hala yanlarında olsaydı, böyle bir karmaşanın içinde olmazlardı. Ama şu anda, Jing Lin çanı kaybettiğinden her türlü dezavantajlı durumdaydı.
Cang Ji, derhal ayağını kaldırıp dışarıya ulaşmaya çalışan Luosha Kuşu'nu hareketsiz bırakmak için kapı kalasına bastı. Üstüne çıkıp ağırlığını verdi ve Luosha Kuşu vahşice çırpındı, kanatları kapının arkasına çarpıyordu.
"Çanı geri tükür!" Cang Ji'nin sesi aşağıya doğru bakarken derinleşti. Kapı kalası ise Luosha Kuşu'nun ağır darbelerine ve vuruşlarına daha fazla dayanamadı.
Kuşun kafası birden kapı kalasını kırıp geçti ve çığlık attı, "Benim... Benim!"
Jing Lin, "Tıpkı sana benziyor," dedi.
Cang Ji hemencecik Jing Lin'in kolunu tutup gücenmişçesine sordu, "Hadi sen de! Ben böyle mi görünüyorum? Sana ben böyle mi görünüyorum?"
Jing Lin yanlış anladığını fark etti ama düzeltecek zaman yoktu. Arkasını dönüp kendini Cang Ji'ye attı ve onun birkaç adım geri atıp yerde kaymasına sebep oldu. Cang Ji'nin sırtı bir şeyle çarpıştı ve saçılan odunlar üstüne düştü. Küfür edip molozu eliyle temizledi. Cang Ji, Jing Lin'i belinden tutup kaldırdı, omzuna attı ve çevikçe ayaklandı.
Luocha Kuşu'nun gri kanatları gökyüzünü kapladı. Yüzü bile orijinal kuş formuna dönüşüyordu. Jing Lin'i taşıyarak, Cang Ji duvarın üstünü tuttu ve kaçmak için hızlıca atladı.
"Beni kandırdın. Balık falan yediği yok. İnsanları, gözleri ve iblisleri yiyor!" Cang Ji çatıya sıçradı ve geceleyin karda çılgınlar gibi koşmaya başladı.
Jin Ling, ilk kez birinin omzunda bu şekilde taşınıyordu. Midesi alt üst olana dek o kadar çok bir o yana bir bu yana savrulmuştu ki neredeyse içinde ne varsa çıkaracaktı. Kendini kaldırmak için Cang Ji'nin boynunun arkasına yüklenirken ağzından bir iç çekiş kaçtı. Beklenmedik bir şekilde, bir çatırdama oldu, Luocha Kuşu başının üstünden sürtünüp geçti ve aşağı daldı. Garip, çirkin suratı, inatla Jing Lin'in yüzüne doğru dikkat kesilmiş gibi öne eğildi.
Jing Lin ona buz gibi bir bakış attı. Gece rüzgarı tekrar yükselerek tüylerini uçuşturdu. Tam o anda Luocha Kuşu cesaretini kaybedip sinerek geri çekildi. Cang Ji bunu fırsat bilip iniş yapmadan önce birkaç evin üstünden atladı ve sokaklarda dörtnala koşmaya devam etti.
Gece manzarası Jing Lin için bulanıktı. Cang Ji'nin yere inmesinin verdiği darbeyle, geçmişinden belirsiz anılar gözünün önüne geldi. Cang Ji'nin kıyafetlerine sımsıkı sarılırken başı çatlayacakmış gibi hissediyordu. Cang Ji yanlış bir şeylerin olduğunu fark etti ve onu kollarına aldı.
"Jing Lin?" Cang Ji tekrar sıçradı, Jing Lin'in yüzünü çimdiklerken yoğun karın arasından güçlükle yürüyordu. "Uyuma!"
Jing Lin gözlerini kapadı ve Cang Ji'nin yakasını kavrayışı sıkılaştı. "Bu yerde yanlış bir şeyler var," dedi.
Luocha Kuşu peşlerinde, Cang Ji öyle bir kaçıyordu ki nefes alışı bile düzensizleşmişti. Yoğun karda yönünü söyleyemiyordu, ama ne kadar koşarsa koşsun, etraftaki çatılar sonsuza dek uzuyormuş gibiydi! Soğuk bir rüzgar arkasından sırtına saldırdı ve Cang Ji atlatmak için yere çöktü. Fakat sol tarafından bir kilidin direkt yüzüne doğru fırlamasını beklememişti. Kaçınamıyordu ve vurulacak gibiydi. O kısacık saniye içinde, Cang Ji'nin solunda beyaz bir bilek belirdi ve elinin arkasını buzlanmış kar hızla kaplarken, zinciri tuttu. Görünürde bir yara olmadığı halde Jing Lin'in elinden kan damlıyordu. Jing Lin diğer eliyle kan damlalarını sildi ve parmaklarını Cang Ji'nin dudaklarına sürttü.
"Doyasıya ye." Jing Lin elini hafiçe salladı ve buz parçalandı. Kesin bir tonda konuştu, "Artık kaçmıyoruz."
Zincirler şakırdayıp iki adamı çevrelemişken, kağıt benzeri Hayalet Gardiyanlar ciddi bir sessizlik içinde etraflarında dikeliyordu.
Hayalet Gardiyanlardan bir adım yavaş oldukları aşikardı ve onlarla karşılaşmamalılardı. Fakat Hayalet Gardiyanlarla işte tam burada duruyorlardı. Bu yerde besbelli tuhaf bir şey vardı. Sanki birisi onları tuzağa düşürmeye çalışıyordu...
Cang Ji'nin kaçarlarken sabrı tükenmişti. Dilinin ucu o kırmızı izlerin üstünden geçti ve Jing Lin'in cömert hediyesini tertemiz yaladı.
--------
Çeviri: Almynna_
Yorumlar
Yorum Gönder